top of page

Psikanaliz ve Hareket Üzerine Kısa Çağrışımlar

  • Yazarın fotoğrafı: Dilan Serap İrdelp
    Dilan Serap İrdelp
  • 7 Mar
  • 2 dakikada okunur

Divandaki hareketsiz kadın


Bebek doğduğunda, birinin zihninde varsa, biri onu aynalıyorsa ancak o şekilde kendinin var olduğunu öğrenmeye başlayabilir. Kimsenin zihninde olmayan birisi kendi varlığını kanıtlayamaz. Psikanaliz veya psikoterapi karşılaşması da tıpkı anne-bebek çiftindeki karşılaşmaya benzerdir. Annenin zihnindeki bebekle terapistin zihnindeki hasta benzerdir, aynı değildir ama benzerdir. Elbette bu benzerlik bu karşılaşmalardaki işin sadece bir kısmıdır. Terapistin zihninden, onun kucağı olan karşı koltuğu veya analistin divanından doğru bakmaya başlar hasta; annenin kucağından bakmaya başlayıp yavaş yavaş kendi özgürlüğünü kazanan bir bebek gibi. O divanda, o koltukta kalmak, ipin üzerinde yürümeye benzer hem hasta hem terapist için. İp biraz gevşek olsa aşağı düşer, biraz gergin olsa ayağı keser bir hal vardır. Anne, bebeğini ne öldürecek kadar besleyip sıkı tutmalı ne de tek başına karanlığında kimsesiz ve çaresiz olduğunu hissettirecek kadar uzakta bırakmalıdır. Anneye bu ayarı nasıl tutturuyorsun demek, akan bir şelaleye debini neye göre belirliyorsun demek kadar tuhaftır. İdealde anne, zihninde taşıdığı bebeğini kolları arasında taşır hale geldiğinde suyun akışı olması gereken debide akıyordur. Bir terapist için de her bir biricik hastasıyla yaşadığı deneyimin izahını dile dökmek zaman zaman epey zorlu olabilir. Neyi; nasıl ve neden yaptığımızı çoğu zaman geri dönüp bakış attığımızda fark edebiliriz. Çok yağış alan bir baharda debinin yüksek olduğunu söylemenin baharın sonundaki ölçümle anlaşılır olacağı gibi. Koltuktaki kavrayış, koltuğun kavrayışı, terapistin sesinin, dilinin, zihninin kavrayışı ne kadar ayarında olursa hastanın dış dünyada olanlara bakabilmesi, dışarıdan kendine bakabilmesi o kadar rahat olacaktır. Özgün olabilmeyi, otantikliğini ancak “ben” olduktan sonra sağlayabilir insan. Hareket de aynı şekilde meydana gelir. Hareket eden bir nesneyi tanımlayabilmemiz duran nesnelerin yardımıyla olacaktır. Başka bir yerden bakacak olursak, canlılık hareketli olmak demektir ama hareket etmeden önce annenin zihninde yeşeren bebek imgesi gibi önce hareketsiz de var olmaya ihtiyaç duyarız. Terapistin koltuğunda, analistin divanında hareketsiz durduğumuz gibi…Harekette kalmak, yaşamda kalmaya benzetilebilir pek çok açıdan. Yine bebek, hareketiyle bu dünyada olduğunu adeta bakım verenine haykırır ve ilgisini çekmeye çalışır. Annenin hareket eden bebeği görmesi, ona gerçek bir bakış vermesi hareket çeşitliliği ve canlılık üzerine düşündürücüdür. Yetişkinlikte de bu hareketli olma haline, görülmeye ihtiyaç devam edebilmektedir. Yeterince iyi bir istekle görülen bebeğin de yetişkinlikte kendine bakabilme kapasitesi yeterince iyi olacaktır. Terapistin koltuğundaki hasta için de bir benzerlik söz konusu olabilir...


 
 
 

コメント


bottom of page